ENGELLİLER KORUNMAYA VE YARDIMA MUHTAÇ KİŞİLER DEĞİL, HAK ÖZNESİ OLARAK GÖRÜLMELİDİR

BM Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmeye (BMEHS) göre engelli kavramının kapsamı şu şekilde tarif edilmektedir: “ diğer bireylerle eşit koşullar altında topluma tam ve etkin bir şekilde katılımlarının önünde engel teşkil eden uzun süreli fiziksel, zihinsel, düşünsel ya da algısal bozukluğu bulunan kişileri içermektedir”. Bu tanımla engellilikte asıl meselenin toplumsal hayata katılımın önünü tıkayan toplumsal sorunlar olduğu açık bir biçimde ifade edilmektedir.

Ancak Türkiye’de 2005 yılında kabul edilen Özürlüler Ve Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun sözleşmenin aksine, engellilere hak sahibi özneler olarak bakmayan, engellileri “korunmaya ve yardıma muhtaç kişiler” olarak algılayan bir arka plana sahiptir. Kanunda yapılan engelli tanımı bu bakış açısını çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Kanunun 3. maddesine göre doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişi engelli olarak tarif edilmektedir.

Türkiye, BMEHS’ye imza ve onay sürecini 28.10.2009 tarihinde tamamlamıştır. Sözleşme Türkiye açısından bu tarihten itibaren yürürlüktedir. Ancak Türkiye Sözleşmeye Ek İhtiyari Protokolü henüz onaylamamış ve sözleşmenin iç hukuka aktarılması konusunda gerekli düzenlemeleri henüz yapmamıştır. Türkiye’de engellilere yönelik ayrımcılık ve toplumsal dışlamanın bir an önce sonlandırılması açısından tüm yasal işleyişin BMEHS ile uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir.

Nitelikli bir ayrımcılık yasasının olmadığı Türkiye’de yaptırımlar yeterli olmadığı gibi bağımsız izleme mekanizmaları da bulunmamaktadır. Bunların yanı sıra ayrımcı pratiklerin sonlandırılması ve ayrımcılığın önlenmesi konusunda engelliler, engelli aileleri ve kamu görevlileri arasında oldukça düşük olan farkındalık düzeyinin mutlaka arttırılması oldukça önemlidir. Ayrımcı pratiklerin kamusal hayattan tümüyle silinmesi için eşitlik ilkesinin engellileri de kapsayacak biçimde yorumlanması ve buna uygun mekanizmaların acilen oluşturulması bir zorunluluktur.

Kamu Sağlık Hizmetleri ve Engelliler:

Türkiye’de Sağlık ve sosyal güvenlik alanında gerçekleşen neoliberal dönüşümle birlikte engellilerin en temel kamusal hizmetlere erişiminde oldukça önemli sorunlar yaşanmaya başlanmıştır. Engellilik oranına ilişkin düzenlemeler engellilerin mevcut haklarını geriye götürmüştür. Yeni ölçütler nedeniyle çok sayıda engelli istihdam kotalarından yararlanamamaktadır. Bunun yanı sıra engellilerden katkı-katılım payı alınmaya devam etmektedir. Engellilerin kullandıkları tedavi edici araçlar için de (protez vb.) ek ödeme yapmaları gerekmektedir. Ayrıca engellilere verilen zorunlu tıbbi destek cihazları ve malzemelerinin kullanım sürelerinin uzatılması, ödeme miktarının düşürülmesi engellileri niteliksiz ürünlere yönlendirmektedir. Yeterince geliri olmayan ve istihdam sorunu yaşayan engelliler için bu miktarları ödemek son derece zordur.

Sosyal Hizmetler ve Engelliler

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesindeki engellilere yönelik hizmetlerde de başta bakış açısı olmak üzere sorunlu bir yaklaşım söz konusudur. Mevcut haliyle devlet, engellilerin önündeki toplumsal sorunları çözmek yerine dar ve bireysel bir temelde kısıtlı miktarda para yardımı ile yetinmektedir. Engelli maaşının belirlenmesine ilişkin katsayıların belirlenmesinden bu maaşın sürekliliğine dek pek çok konuda sorun çözen değil sorun derinleştiren bir yaklaşım sergilenmektedir.

Evde bakım aylığı ve engelli maaşı bağlanma koşulları, evde yaşayan diğer kişilerin durumları ile ilişkilendirilerek zorlaştırılmış, sosyal yönü gözetilen ve engellilerin toplumsal hayata katılımının önünü açan hizmetler olması gereken düzeye çekilememiştir.

Kamu hizmetlerine erişimin önündeki engellere dair ciddi çalışmalar yürütülmeden engellilik meselesini tek başına para yardımı ile çözdüğünü düşünmek mantık dışı bir yaklaşımdır.

Bunun yanı sıra Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Hizmet Kuruluşlarının Yerel Yönetimlere Devri Altyapı Projesi gündemdedir. Bu proje kapsamında kadın, engelli ve yaşlı bakım hizmetlerinin yerellere devri planlanmaktadır. Bu planlamanın hizmetlere erişimde var olan bölgesel eşitsizlikleri derinleştirme riski oldukça büyüktür. Çünkü yerel kaynakların mevcut eşitsiz dağılımı göz önünde bulundurulduğunda hizmetlerde eş güdüm ve standardın sağlanması ve hizmet hacminin korunması mümkün olmayacaktır. Yerele ilişkin farklılıkları ve ihtiyaçları göz ardı etmeyen ancak sağlam biçimde bütçelendirilmiş, ulusal ve bölgesel ölçekte iyi planlanmış ve sistemli biçimde koordine edilmiş sosyal hizmet ihtiyacı ortada iken, bu hizmetlerin yerele devrinin hizmetlerin hem niteliğinde hem de bu hizmetlere erişimde ciddi sorunlara gebe olduğu açıktır. Bakanlığın bu girişimi sorumluluktan kaçış olarak değerlendirilmelidir.

İstihdam Alanı ve Engelliler:

Devlet Planlama Teşkilatı’nın 2015 yılı verilerine göre, kamuda 22 bin 553 engelli açığı bulunmaktadır. Kamuda engelli kotası doldurulmadığı gibi özel sektöre de engelli işçi çalıştırmadan kaçabilmesi için düzenlemeler getirilmiştir. Para cezasına indirgenmiş bir engelli istihdam politikası ile yüz yüzeyiz.

Sağlık ve sosyal hizmetler başta olmak üzere tüm kamu kurum ve kuruluşlarına erişim sorunu acil bir biçimde çözülmelidir. Buralarda hem çalışanlar hem de hizmet almaya gelenler için gerekli teknik ekipman hazır bulundurulmalıdır.

Engellilere yönelik ayrımcılık, değersizleştirme ve ötekileştirme son bulmalıdır. Bu amaçla tüm kamu emekçilerine ve engelli istihdam edilen özel işyerleri başta olmak üzere tüm çalışanlara hizmet içi eğitim verilmelidir.

Engellilerin sorunlarına ilişkin kamu kurum ve kuruluşlarında acil durumlarda destek olacak birim oluşturulmalıdır.

Temel Sorun Alanlarına Yaklaşım Nasıl Olmalı?

Türkiye’de devleti engellilere ilişkin istatistiki verileri bile güncel değildir, kapsam açısından da yeterli değildir. Pek çok engelli grubuna ilişkin (kadın, LGBTİ, işsiz, yoksul, hükümlü, mülteci vb.) ayrı veri tabanı oluşturulması bu veri tabanlarının yerel ihtiyaçlar ve farklı durumlar göz önünde bulundurularak bilgiye dönüştürülmesi ve bu bilginin de başta engellilerin öz örgütleri olmak üzere sık sık kamuoyu ile paylaşılması gerekmektedir.

2014’te gerçekleşen kadın cinayetlerinin % 4,5’ini engelli kadınlar oluşturmaktadır. Engelli hükümlü ve tutuklular için düzenlemeler yok denecek kadar kısıtlıdır. LGBTİ ve mülteci engelliler söz konusu olduğunda mevcut ayrımcılık katlanmaktadır. Çocuk engellilere yönelik mutlaka kapsamlı bir politika oluşturulmak zorundadır. Şiddete ve cinsel istismara karşı engellileri koruyan özel bir düzenleme bulunmamaktadır. En temel vatandaşlık hakkı olan oy kullanmada bile engelliler büyük ölçüde yok sayılmaktadır.

Engellilerin temel sorun alanları kamusal hizmetlere erişim, istihdam, yoksulluk, cinsel istismar ve şiddet olarak sıralanabilir. Bu sorunların istisnasız tümü toplumsal sorun alanlarıdır ve kamunun (hem yerel hem merkezi anlamda) stratejik yaklaşımını ve doğrudan müdahalesini gerektirmektedir. Dolayısıyla engelli aylığı, umut evleri gibi son derece kısıtlı düzenlemeler yerine engellileri hak öznesi olarak gören, devlet-engelli ilişkisini buradan kuran, engellilerin öz örgütlerini alanın aktörü olarak gören kapsamlı ve stratejik bir bakış açısının ortaya konulması acil bir zorunluluktur. Devlet, bu konuda kendi bildiğini okumaya devam etmek yerine alanın tüm aktörlerini eşit kabul eden, politika üretme ve karar alma süreçlerine bu aktörleri dahil eden bir yaklaşımı geliştirmek zorundadır. 03.12.2015

 

                                                                                              MERKEZ YÖNETİM KURULU